8.3.08

Kambocya


Chau Doc'dan Kambocya sinirina giden yol mekong nehri boyunca ilerliyordu. Oldukca erken kalkmistik vaktinde Phnom Phen sehrine varabilmek icin. Bir yandan da kaygiliydik Minskimizi Kambocya'ya gecirip geciremeyecegimiz konusunda. Kafamizda bir suru senaryo kurup her probleme cozum bulmaya calisiyorduk. Bu heyecanla iki kere yolumuzu kaybettik ve ancak saat 10.00 gibi sinira varabildik.
Hudut kapisi deyince akliniza ne geliyor bilmem ama Ving Suong - Kaam Samnor siradisi bir yer. Tam Mekong nehri kiyisinda birkac ahsap kulubeden ibaret. Genelde turistler Chau Doc'dan vapur ve surat teknesiyle Vietnam tarafindaki islemlerini yaptirip tekrar ayni tekneye binerek 5 km ilerideki Kaam Samnor koyunde kambocya vizelerini alip kendilerini Phnom penh'e goturecek tekneye biniyorlar. Biz motorumuzu bir agac altina park edip hemen pasaport kontrolunun yapildigi kulubeye gittik. Burada pasaportumuzun cikisini yaptirdiktan sonra motorumuzu alarak vietnam polislerinin bekledigi guvenlik bariyerine dogru ilerledik. Bu arada Vietnamli ve Kambocyalilar vizir vizir geciyorlardi bir taraftan digerine.

Polislerden biri motoru isaret edip durdurdu bizi. Pasaportlarimizi istedi biz de sakin olmaya calisarak verdik pasaportlarimizi. Sonra motorun kagitlarini istedi. Biz de motoru aldigimiz firmanin verdigi tescil kartini verdik. Gumruk memuruyla gorusmemiz gerektigini soylediler ve bizi baska bir kulubeye yonlendirdiler. Biraz bekledikten sonra memur gelip motor adimiza kayitli olmadigi icin Vietnam disina cikaramayacagimizi haber verdi bize. Bu durumu kabul etmekte zorlaniyorduk gercekten ve pes etmek niyetinde degildik. Tabi bir puruz de yilbasinin ertesi gun oldugu icin tum amirlerin tatile cikmis olmasiydi. Uzun tartismalar sonucu oradaki memurlar amirlerini aramayi kabul ettiler ve biz de umutlandik. Fakat olumsuz yanit gelince butun planlarimiz altust oldu. 3 saat boyunca inatla gumruktekilerle konustuk,her yolu inanin her yolu denedik ama pes ettiremedik. Vietnam'dan cikmistik resmi olarak ama motorumuzla Kambocya'ya giremiyorduk. Biz de cikisi geri aldirip motorumuzu Chau Doc'da birakip Kambocya'ya tekneyele gitmeye karar verdik. Tekrar pasaport memuruna gittigimizde Vietnam'a bir daha giremeyecegimizi, vizemize kullanildi damgasi vurulduktan sonra tek yolun Phnom Penh'den yeni vize almak oldugunu soyleyince basimizdan asagi kaynar sular dokuldu. Ne Vietnam'a geri donebiliyorduk ne de motorumuzla Kambocya'ya gecebiliyorduk.

Gumruk memuru ile uzun gorusmeler sonucu ( burada ingilizce konusan birini bulmak neredeyse imkansiz oldugu icin iletisim de cok zordu) Minskimizi gumrukte emanet tutmayi kabul ettirdik. Binanin arkasinda emniyetli gibi gorunen bos bir alana kilitledik motorumuzu. Tabi sirt cantamiz olmadigi icin esyalarimizi tasimakta cok zorlandik. Bu arada Phnom Penh'e giden tum yolcu feribotlarini kacirmistik. Kambocya'nin ilk 80 kmsinde dort tekerlekli aracin girebilecegi bir yol olmadigindan taksi veya otobus bulma sansimiz da yoktu.
Kambocya pasaport kontrol noktasina kadar yuruduk birkac kabile koyunu gecip. Burasi sanki ne Vietnam'di ne Kambocya.. muz ve hindistan cevizi agaclari, tropik bitkiler ve bambu evler.. Zaman ve mekan kavramini yitirmistik sanki kafamiz karisik ve ter dokerek yururken.

Kaam Samnor koyunde 20 dolar vererek Kambocya vizemizi aldiktan sonra nehir kenarinda bekleyen balikcilarla pazarlik yaptik bizi Phnom Phen'e goturmeleri icin. 1.5 saat suren surat teknesiyle yolculuk sonunda Phnom Phen'e vardik. Kambocya'nin Mekong'u daha genisti ve kiyisinda hayvancilik yapan bir kac kucuk koyden baska yerlesim yoktu gorunurde.




Phnom Penh'de otel aramaya basladik ama motorumuz olmadan sudan cikmis balik gibiydik. 1.5 aydir Vietnam'a ve Vietnamlilara alistigimiz icin bu sehirde kendimizi tam bir yabanci gibi hissediyorduk. California 2 adli kucuk otele yerlestik bir geceligine ve ertesi gun butcemize daha uygun otel bulmayi planladik. Ac,yorgun ve hayal kirikligi icindeydik. Karnimizi doyurduktan sonra kendimize gelip halimize gulduk. Gecen aylarda hersey oylesine yolunda gitmisti ki boyle bir sorunla karsilasacagimizi hic dusunmemistik. Seyahatteyken insan herseye hazirlikli olmali. Iyi ve kotu surprizler bunun bir parcasi. Onemli olan sorunlar karsisinda donup kalmadan hemen cozum yolu bulmaya calismak. Biz de aynen oyle yapip kendimize kiralamak icin bir motorsiklet arama calismalarina basladik.

Birkac kisiyle konusup bir kac dukkan gezdikten sonra aradigimizi bulmustuk. Kambocya'nin bozuk yollarina uygun yuksek suspansiyonlu Honda XR 250 cc motorunu gunde 7 euroya kiraladik guvenilir bir dukkandan. Uc hafta icinde Kambocya'nin buyuk bir bolumunu gezebilmeyi planliyorduk. Motorumuzu ayarladiktan sonra baskent Phnom Penh'i kesfe ciktik.
Phnom Penh'de ilk gozumuze carpan Khmer mimarisiyle insa edilmis Budist tapinaklari, ve sokaktaki dilencilerin cokluguydu. Ulkenin fakirligi hemen goze carpiyordu. Son zamanlarda turizm artisiyla ulke biraz kalkinmis olsa da kizil khmer rejiminde yedigi yarayi iyilestirmekte hala zorlandigi belliydi. Kambocya hala gelismekte olan bir ulke ve kapitalist, basi bos bir yonetim fakiri daha da fakir zengini de daha da zengin yapmis. Burada ya Lexus ve Toyota cipleriyle dolasan zenginler ya da sokakta cop toplayarak yasamini surduren fakirler var. Orta direk halk yok denecek kadar az. Bu anlamda Vietnam'dan ilk intibada cok farkli. Vietnam orta diregin hakimiyetinde bir ulke. Kambocya'nin bu durumu hirsizlik ve guvenlik problemini beraberinde getiriyor. Gece karanlik sokaklarda dolasmak pek akil kari degil. Bunun yaninda Kambocyalilar cok guler yuzlu insanlar ve mizah anlayislari cok gelismis. Sanirim bu Pol Pot doneminin kanli rejimine karsi gelistirilmis bir silah.
Kizil Khmer donemindeki vahseti en iyi yansitan yerlerden biri Tuol Sleng toplama kampi. Fransiz doneminde bir lise olan binayi Kizil khmerler rejime karsi olanlari sorgulamak ve iskence etmek icin bir hapishaneye cevirmis. Sadece rejime karsi olanlar degil onlarin cocuklari,anneleri babalari ve yakin akrabalari da buraya hapsedilmis. Bu cilgin yonetimin amaci Kambocya'daki tum endustriyi yok ederek koylu bir halk yaratmakmis. Bu anlayisla tum doktorlari, ogretmenleri, dil bilen aydinlari katletmisler. Bunun sonucu olarak ulkenin tum beyinleri teker teker yok olmus ve tamiri cok zor bir darbe almis Kambocya. Bu yasananlarin 1975 gibi bir yakin tarihte ceyeran etmesi insanin tuylerini diken diken ediyor. Bu vahsete dunya sessiz kalirken Vietnam sonunda bir dur demis. Garip olan gercek suan yonetimdeki Kambocya Halk Partisinin basinda olanlarin zamanin Kizil Khmerini destekleyen insanlar olmasi. Belki de o yuzden 25 yil sonra bile hicbir Kizil Khmer yandasi daha hukum giymemis. Bunca katliyamin hesabi sorulmamis.

Kambocya sadece dünyaca bilinen muhtesem Angkor Wat`in ve el degmemis kumsallarin ülkesi degil ayni zamanda cocuk fuhusunun, yolsuzluklarin, açliktan ölen insanlarin ülkesi. Buna ragmen Kambocyalilar öyle güleryüzlü öyle neseliler ki insan şaşırıp kalıyor. İşte biz de Tomb Raider`da seğrettiğimiz Kamboçya`yı değil gerçek Kamboçya`yı görmek için çıktık yola.


Phnom Penh`den ayrilip Mekong nehrini takip ederek Kampong Cham sehrine oradan da Kampong Thom`a gittik. Honda XRımız Kamboçya`nın yolları için çok uygundu, özel firmaar son yıllarda sehirler arası yollar inşa etmeye başlamış olsa da çoğu yer kızıl toprak. Burada eski B 52 lerle Vietnam`daki Ho Chi Minh karayolunu bombalayacak uçakların kalktığı Amerikan üssünü gördük. Bu bölgede 30 sene önce kanlı savaşların yaşandığına inanmak zor. Kızıl Khemerlerin zulmünden nasibini almış ve bölgede birçok toplu mezarlık çıkartılmış.
Köylerde insanlar çok ilkel bir yaşam sürüyorlar. Bambu kulübelerin altında tavuklar, kağnı arabaları. Çocuklar pek bir güleç ve her köyde çok içten karşılıyorlar bizi. Biz de elimizden geldiğince mutlu etmeye çalışıyoruz yarıçıplak koşuşturan çocuklara balon, şeker, kalem, defter dağıtarak. Tapınakların, küçüklü büyüklü göllerin, palmiye muz ağaçlarının arasindan tozları yararak geçiyor, her beş dakikada bir duruyorduk insanlarla konuşmak için.

Mekong`daki bir çok ada verimli ve zengin toprakları sayesinde tarıma elverişli. Yağmurun az olduğu kış aylarında bu adalara 400 metre uzunluğa varan bambu köprülerle ulaşılıyor. Her muson döneminde bu köprüleri alıp götürüyor Mekong`un azgın suları ve adalara sadece kayıklarla ulaşılabiliyor. Her kış da ada halkı köprüyü tekrar kuruyor. Bu köprünün üstünden motorla geçmek çok farklı ve gercekten heyecan verici.

Kamboçya'nın en ulaşılmaz yollarından biri kayıp Angkor öncesi tapınaklarının bulunduğu motorsiklet dışında hiçbir araçla girilemeyen 500 kmlik antik yol 66'yı gecmeyi planlamistik bastan beri. Ne beklememiz gerektiğini bilmiyorduk ve yanımızda küçük bir pusuladan başka birsey yoktu yön bulmak için. Geceyi Rovieng adlı küçük bir köyde geçirip sabahin ilk ışıklarıyla yola çıkmamız gerekiyordu. Köyün tek misafirhanesi marangoz bir ailenin iki üç odadan ibaret ama sıcacık eviydi.



Uzun bir uğraştan sonra pazarın arkasındaki küçük lokantadan yemek ısmarlayıp kaldığımız evin varendasında gün batımını izleyerek yemek yedik. Rovieng tozlu yolları, ahşap binalarıyla
adeta filimlerde gördüğümüz Teksas gibiydi. Horozların sesiyle uyandık gun ağarırken. Pazar yerinde leziz bir Pho Bo içip yola koyulduk. Bizi zorlu bir gün bekliyordu. Yanımıza bol su ve gun boyu yetecek kadar yiyecek aldık. İlk 15 dakika toprak yolda ilerledik sonra yol patikaya dönüştü, yer yer yapraklarla kaplanmış yer yer yikilmis ağaç govdeleriyle kapanmıştı. Ormanın içinde ilerledikçe gördüğümüz DİKKAT MAYIN BÖLGESİ yazılı kırmızı levhalar bizi dehşete düşürdü. Rehber kitabımızda yazılıydı bu tür yerlerde yoldan ayrılmanın çok tehlikeli olduğu. O kadar riskli ki basılmamış yerlere basmak, tuvalete gitmek için bile adım atamazsınız patika dışına. Bir kaç kere kaybolup kumlu yollardan, kuru nehir yataklarından geçip tekrar yolumuzu bulup Preah Khan tapınağına ulaştık. Öyle bir duyguydu ki bu terk edilmiş ormanın ortasında birden bire çıkan taş tapınağı görmek. Buralardan ayda yılda bir kişi geçtiği için sanki ilk biz keşfetmişiz gibi yapayanlız, sessiz ve görkemliydi Preah Khan. Kamboçya 30 yıl önceye kadar bir çok badireler atlattığından tarihi eserleri korumak adına pek bir çalışma yapılmamış. Angkor devri kalıntılarını gören ve değerini anlayan bir çok kendini bilmez de bin yıllık heykelleri, oyma figürleri ve diğer paha biçilmez eserleri yağmalayıp, öküz arabalarıyla Avrupa'ya kaçırmışlar. Bu gizemli havayı kokladıktan sonra Siem Riep'e dogru yol almaya devam ettik.






Tam su stoğumuzun bittiği anda karşımıza küçük bir köy çıktı. Derme çatma kulübedeydi köyün tek bakkalı. Oradan su bulmaya çalışırken arka taraftaki yıkık dökük okuldan çıkan çocuklar sardı etrafımızı. Küçük olanları korkuyorlardı özellikle Tom'dan iri yarı olduğu için.





O kadar sevimli o kadar yoksullardı ki biz de bakkaldaki tüm kalem defterleri satın alıp dağıttık yüzlerindeki gülümseme ve şaşkınlığı görmek için. Burada da mayın gerçeği üzdü bizi. Dikkat mayın tabelalarının bulunduğu bölgelerde koşuşturup oynuyordu çocuklar. Nasıl anlatır durumu nasıl söz geçirebilir ki insan bu miniklere? Zamanında kızıl Khemer tarafından yerleştirilen bu mayınların tümünü temizlemek için gereken para toplanamadığı için tehlikede bu insanlar.

Hava kararmıştı Siem Riep'e vardığımızda ama otel bulmakta zorlanmadık. Kamboçya'nın en turist gören şehri diğer yerlerle tezat oluşturuyor gercekten. Angkor Wat sayesinde gelişen Siem Reap'de lüks oteller, mağazalar, düzenli parklar ve şık restoranlar günübirlik gelen turistlerle dolup taşıyor. Kamboçya'da herşey ucuz olmasına rağmen Angkor Wat kompleksine günlük giriş 30 dolar. Genelde tüm tapınakları görmek 3-4 gün veya bir hafta alabiliyor. Bu kişinin ilgisine ve gezme hızına bağlı olarak değişiyor. Biz bir günlük bilet aldık kendi taşıtımız olduğu için bu oldukça geniş alana yayılmış tapınaklar grubunu kolaylıkla gezebileceğimizi tahmin ettik. Biletlerimizi alırken bir polis bize yaklaşıp Angkor Wat içinde yabancıların kendi araçlarını kullanmalarının Kamboçya hükümeti tarafından yasaklandığını söyleyip bize bir tuk tuk kiralamamızı önerdi. Biz sebebini biliyorduk önceden konuştuğumuz insanlardan duyduğumuz kadarıyla. Tuk tuk mafyası bölgenin belediyesine rüşvet karşılığı bu yasağı çıkartmasını teklif etmiş ve nitekim de paranın gücü galip gelmiş. Mafya daha da ileri giderek yabancıların Siem Reap'de motorsiklet kiralamasını da men ettirmiş. Biz söylenenlere pek kulak asmayıp motorumuzla gezmeye kararlıydık nitekim de öyle yaptık. Bir kaç kez polis durdursa da bizi, kuralın saçmalığını kendileri de anlamış olacaklar ki yolumuza devam etmemize izin verdiler.

Angkor tapınağı dünyanın en büyük ibadet yeri. 12. yüzyılın başlarında Angkor krallığının başkenti olarak kurulan tapınak şehir bugünlere kadar bozulmadan gelmiş. Biz sabah 6'da başladık güne kalabalığın önüne geçebilmek, bu tarihi tapınaklardaki sessizliği ve havayı sindire sindire gezmek için. Favorilerimiz Angkor Thom, Ta Prom ve tabii ki Angkor Wat'dı. Ta Prom tropik ormanda dev ağaç köklerinin sardığı bir tapınak. Mabedin yapı taşlarını öyle bir sarmış ki kökler arkeologlar bu ağaçları orada bırakmak durumunda kalmışlar yapıya zarar vermemek için. Bu tablo sanki terkedilmiş ve yüzyıllardır girilmemiş bir yere ilk giren bizmişiz hissi veriyordu. Havayı iyice soluduk, Angkor tapınaklarını, kutsal yılan Nagan köprülerini, dört bir yana gülen Bayonları ( gülen yüz figürlü dev kayalar) ve tarantula yuvalarını gördük. Angkor tapınak şehrine hayran kalmamak mümkün değildi gerçekten.


Phnom Penh’e dönüş yolumuzda Tonle Sap gölünün kıyısında kurulmuş Battambang ve Kampong Chanang kasabalarinda kaldık. Kampong Chanang oldukça fakir bir kasaba. Her yıl muson yağmurlarıyla sular altında kalan mahallelerdeki evler kazık üstüne kurulmuş. Ortalıkta dolaşan sümüklü çıplak çocuklar insanın kalbini fethediyor anında.




Sahil kenti Kep'e giderken geçtiğimiz yollardaki manzaralar nefes kesiciydi. Bir yandan yemyeşil dağlar bir yandan akan nehir bir yandan pirinç tarlaları üstüne de buz gibi şeker kamışı suyu... Adeta çocuk bahçesine benzer budist ve hindu manastırları görülmeye değerdi. Duvarlar ve tavanlar buda'nın hayatını anlatan resimlerle, bahçe de hinduizmin maymun, fil (ganesh) ve şiva tanrılarının heykelleriyle süslenmişti.







Kep'e vardığımızda hayaletli bir şehre gelmiş gibi olduk. Kep, Fransızlar zamanında en gözde sahil kenti ve kumar cennetiymiş. Fransızlar Siyam denizine manzarası olan tepelere görkemli lüks malikhaneler kurmuşlar. Kızıl khemerler döneminde burası yakıp yıkılmış, mermer binalar yağmalanmış ve geri kalan da başıboş bırakılmış. Bu terkdilmiş villalarda çadır kurmuş aileler garip bir görüntü oluşturuyor.

Kep'in balıkçı köyleri, palmiyelerle bezenmiş kumsalı ve tuz tarlalarının yanı sıra lezzetli mi lezzetli biber soslu mavi yengeci, ızgara balığı buraya gelmek için başlı başına bir sebep.

Kamboçya'nın komşu Tayland gibi turistlere boğulmuş kumsalları, adaları yok. Daha yeni yeni keşfediliyor ve gözü açık yatırımcılar resort yapımlarına hızla girişiyorlar. Yani bu el değmemiş, balıkçıların turistlere merakla baktıkları kumsalları bu haliyle görebilmek için elinizi çabuk tutmanız gerekiyor. Her güzel yer gibi burası da turizmin ve turizmden para kazanmak isteyenlerin pençesinden kurtulamıyor.

Sihanoukville de başka bir sahil kasabası. Issız kayalık kumsalların yanısıra ardı ardına dizilmiş pansiyonların bulunduğu plajlar da var. En çok hoşumuza giden hava karardıktan sonraki balık mangal keyfi. Kumların üstüne atılmış hasır koltuklarda , mum ışığında, dalgaların sesi eşliğinde leziz ızgara çupra, kalamar,karides ve buz gibi fıçı bira yok pahasına...



Üç haftayı doldurmuştuk Kamboçya'da. Artık Vietnam'a dönüp Minskimizi satıp 11 martta Sidney'e doğru uçma vakti gelmişti. Ondan önce Vietnam'ın Phu Cuoc adasında birkaç gün geçirecek vaktimiz de vardı.

Phnom Penh'de kiraladığımız Honda'yi teslim edeceğimiz gün, şehir'de dolanırken ilerlediğimiz caddenin köşesinde köpekbalığı gibi bekleyen trafik polisleri durdurdu bizi. Biz daha önceden duymuştuk turistlerden para koparmak isteyen ve bu paralarla ev alan ,zengin olan polislerle ilgili hikayeleri. Durduk yanlarında boş bakışlarla. Polisler bizle ingilizce konuşmaya başladı biz de aptal aptal durup anlamamazlıktan geldik. Ben başladım son hız türkçe konuşmaya. Tom da bu arada bildiği tüm türkçe kelimeleri arka arkaya sıralıyorlardı. Polisler anlayamadılar hangi dilde konuştuğumuzu. Rus musunuz diye soruyorlar ben istifimi bozmadan türkçe konuşmaya devam ediyordum. Kağıda 50 dolar yazıp gösterdiler sözde tek yön olan bir yola tersten girdiğimiz için. Bu arada bizimle aynı yönde ilerleyen diğer araba ve motorlar gözardı ediliyordu. Ben sinirlenerek bagırmaya başladım tabi yine türkçe olarak. Bu şekilde 50dolar önce 20 dolar sonra 10 dolar oldu. Biz 1 dolar çıkartıp uzattık, gülmeye başladılar. 20 dakika sonunda 1 doları elimizden alıp gitmemiz için işaret ettiler. Başlarına bela olmuştuk açıkçası, bizi durdurduklarına pişman oldular. Umarız her turist aynı şekilde direnerek bu mafya mantıklı polislerin görevlerini kötüye kullanarak insanları aptal yerine koymasını engellerler. Vietnam'da bu tip olaylar yaşanmıyor. Vietnam hükümeti polislere yabancılarla konuşmalarını yasaklamış. Turistlerden para alan polisler görevlerinden men edilmekle kalmıyor ayrıca bu memurların çocukları da devlette çalışamıyorlar artık.

Vietnam'a dönüşümüz yine Mekong nehri üzerindendi. Üç hafta önce bıraktığımız Minskimizi hala sapasağlam görmek bizi çok mutlu etti. İki ay geçirmiş olmanın verdiği rahatlıklaVietnam'da kendimizi evde gibi hissediyorduk.

Yorgun olmamıza rağmen kamboçya Vietnam boyunca ilerleyen küçük patikayı takip ederek sahil kenti Ha tien'e ulaştık. Yol boyunca bir taraftan Kamboçya'nın tepelerini bir taraftan nehir üzerine kurulu gemi evleri bir yandan da yollarda pirinç kurutan işçileri izliyorduk.






Ha tien'den Phu Cuoc adasına kalkan küçük feribota bilet ayarladık. Turistlerin kullandığı sürat teknelerini kullanamazdık motorumuzu yanımızda götürmek istediğimiz için. İyi ki de bu küçük feribota binmişiz. Öyle güzel bir tecrübeydi ki tavuklarla, tıklımtıkış insanlarla, hamakta uzanarak, ada sakinlerinin ikram ettiği meyveleri yiyerek çocuklarla şakalaşarak seyahat etmek. Patates çuvalları ve lahanalar arasındaki 4 saatte hem bir yandan yüksek sesli vietnam dizilerini izledik hem de suda sıçrayan balıkları seyrettik. Arada azgın denizden etkilenerek güverteden midemi de denize boşalttım ama bu da oyunun bir parçası.


Phu cuoc adası aslında Kamboçya'ya daha yakın. Daha önce Khemerlere ait olan ada hala bir anlaşmazlık konusu. Phu cuoc koruma altına alındığı için hala yemyesil, palmiye agaçlarının süslediği sahiller turkuaz rengi. Tek sorun artan turizmle beraber artan kirlilik. Vietnamlılar da çöplerini uygun yerlere değil de denize atmayı tercih ettikleri için karpuz kabuklarıyla yüzmek zorunda kalabiliyor insan.


Adada 4-5 gün kalıp, tamarin soslu yengeci kilolarca doya doya yedikten sonra Saigon'a geri döndük. Sidney'e uçmaya 5 gün vardı ve bizim Minskimizi hemen elden çıkartmamız gerekiyordu. Yok pahasına da satmak istemiyorduk. Biz de Saigon'un en turistik caddesinde satış kampanyası başlattık. Pankartlar ve küçük broşürler dağıttık. 'Süper Minsk.. Gerçek Vietnam'ı keşfetmenin tek yolu' sloganımızdan etkilenen genç Alman gezgin Sebastien'le bir kaç deneme sürüşü ve pazarlıktan sonra 350 dolar karşılığı güle güle dedik motorumuza. Yani sadece 50 dolara tüm Vietnam'ı gezmiştik iki ay boyunca. Hem bizim için hem de Sebastien için oldukça karlı bir alışveriş olmuştu. Tabi duygulandık geniş bir gülümsemeyle alıp götürünce Sebastien bizim motoru. Ama zaman Sidney'e gitme yeni bir sayfa açma zamanıydı. Bizi neler bekliyordu Avustralya'da doğru bir karar mı vermiştik Asya'da kalmamakla. Bunu bir iki güne anlayacaktik...




























17.2.08

Yaylalar ve Mekong Havzasi


Vietnam´in 2200 km´yi askin kiyi seridindeki belki de en sirin ve en romantik kasaba Hoi An. Fransiz doneminden kalma evler, daracik sokaklar ve rengarenk cin lambalariyla insanin icini isitan bir yer. Hoi An'da hava oyle gunesli ve sicakti ki aylardan sonra ilk defa denize girme imkani bulabildik. Sehir merkezinden 5 km uzakliktaki kumsalda gonlumuzce guneslendik, muz kabugunda izgara balik yedik ve okyanusun cilgin dalgalariyla dans ettik. Kaldigimiz otelde tanistigimiz 55 yaslarindaki, motosikletleriyle Vietnam'i gezen Avustralyali muzisyen ciftle sarap esliginde anilarimizi paylastik. Hoi An Avrupali turistler icin adeta bir tekstil cenneti. Burada istediginiz kiyafeti sehirdeki herhangi bir terzide cok uygun bir fiyata diktirebiliyorsunuz. Turkiye'de daha kaliteli bir urunu daha iyi bir fiyata alabildigimiz icin bize pek cazip gelmedi dogrusu.


Bu arada Irlanda´li arkadaslarimiz Sue ve Richie´nin Vietnam´da olduklarini ogrendik. Belki hatirlarsiniz, Nepal'deki Annapurna yuruyusunu beraber yaptigimiz arkadaslar bunlar. Vietnam´in sorf cenneti Mui Ne'de bulusmaya karar verdik.


Mui Ne'ye gitmeden once Vietnam´in ic kisimlarina dondurup rotamizi yayla kabilelerinin yasadigi Kontum ve Buon Ma Tuot sehirlerine dogru yola koyulduk. Bu bolge ozellikle kahve, kaucuk ,meyve ve sebze yetistiriciligiyle unlu. Burada bulunan kabileler hala yuzlerce yillik geleneklerini surduruyorlar. Mesela koyun ortasinda bulunan yuksek catili samandan kulube tum toplantilarin ve dugunlerin yapildigi yer. Aileler kadin egemen ve ailenin kizi evlenince damat icguveysi olarak katiliyor aileye.




Buon Ma tuot'da hava cok sicakti ve yakindaki iki selaleyi gormek icin cok uygun bir zamandi. Giang Long selaleleri daha once gorduklerimden cok daha etkileyiciydi. Insan caglayarak akan suyun siddetini gorunce sasiriyor. Biz de bu sicak havada selalenin tam yanina piknik yaptik ve dinlendik doyasiya.





Bu bolgede dikkatimizi ceken bazi tepelerdeki yamali , corak goruntuydu. Bunca kahve ve kaucuk agaci yetistirilmesine ragmen topragi bazi yerlerde verimsiz kilan neden cok trajikti. ABD'nin , savas sirasinda Viet - Cong askerlerinin ormanda gizlenmelerini engelleyebilmek icin ucaklarla havadan yaydigi " agent orange" ( turuncu madde ) olarak bilinen ve zararli bitkileri ortadan kaldirmak icin kullanilan bu zehir sadece bu dogayi yok etmekle kalmamis, nesiller boyu devam eden hastaliklara sebep olmus. Vietnam'da bu otkiran yuzunden sakat dogan cocuklar var hala.

Vietnam'in daglik kesimine elveda deyip ertesi gun, tekrar okyanusa dogru yol aldik. Hava tekrar degismisti. Gri bulutlar tum gokyuzunu kapliyordu. Nha Trang´a varana kadar yagmur dur durak bilmedi. Anlasilan dunyada Belcika'dan baska yagmuru bitmek bilmeyen ulkeler de varmis. Bu arada seyahatimizin ileriki kismini planlamaya baslamistik. Tahmini olarak 5-6 marta kadar Kambocya´yi gezdikten sonra Cin´e gidecektik. Internetten hava tahminlerine baktik. Zira gecen son birkac gun iklimin son derece onemli oldugunu gosterdi bize. Tahminler pek de ic acici sayilmazdi. Cin son 60 yilin en agir kisini yasiyordu. Nisan ayinda ise Ulaan Batar gunduz -2 derecelerdeydi. Anlasilan kar altinda gezmek istemiyorsak planlarimizi degistirmemiz gerekiyordu. Tom'la kafa kafaya verip beyin firtinasi yaptiktan, dunya hartasina soyle bir baktiktan sonra Avustralya'nin gezimizi noktalamak icin harika bir yer olduguna karar verdik. Hem hava mart nisan aylarinda ilimandi, hem simdiye kadar gordugumuz yerlerden cok farkliydi hem de bir karavan kiralayip Sidney'den Perth´e gitmek cok kolaydi. Hergun otel arama, restoran secme derdi olmadan kendi yemegimizi pisirmek ve nerede olursa olsun karavanda geceyi gecirebilmek cok cazipti. Tabi birkac puruz vardi halletmemiz gereken. Mesela sirt cantamiz Hanoi´deydi. Sidney´e direk ucuz ucuslar Saigon'dan kalkisli oldugu icin Hanoi´ye donmemiz anlamsizdi. Bize Hanoi´de tanistigimiz Alev hanim yardim elini uzatip, buyuk zahmetlere girerek cantamizi Saigon´da verdigimiz adrese gonderdi. Alev hanim, esi ve Hanoi Turk Buyukelciligine sonsuz tesekkurlerimizi sunuyoruz buradan.

Nha Trang´da Vietnam vizemizi bir ay daha uzatip Richie ve Sue ile bulusmak icin Mui Ne´ye devam ettik. Mui Ne kum tepeleriyle cevrili kucucuk bir sorf cenneti. Kumsal boyunca ucurtma sorfu yapan gencler, guneslenen bayanlar ve denize nazir kafelerde nefis deniz urunlerinin keyfini cikaran insanlar gormek mumkun. Once kendimize deniz kiyisinda kalacak yer bulduktan sonra Sue ve Richie'nin kaldiklari otele gittik. Bunca zaman sonra tanidik yuzler gormek bizi sevindirdi. Zor zamanlarda yasanan kisa beraberlikler insanlari birbirlerine yaklastiriyor gercekten. Biz de Annapurna dag yuruyusu sirasinda paylastiklarimizla sanki kirk yillik dostlar olmustuk. Butun gun kumsalda , izgara balik ve Dalat sarabi lezzetiyle Nepal sonrasi tecrubelerimizi paylastik.








Mui Ne'de iki gun tam anlamiyla tatil yaptik.Gunlerimizi sabah uyanir uyanmaz yuzumuzu yikamadan denize atlayarak, gunesin sicak dokunusu altinda miskin miskin kitap okuyarak ve gunes batisinda karides tava yiyerek, deniz kiyisindaki dev kizil kum tepelerinde yuruyus yaparak gecirdik. Gecirdigimiz yorucu birkac haftadan sonra buna ihtiyacimiz vardi. Gulmeyin, seyyah olmak da bir zanaat :)








Mui Ne'den sonra Saigon'a gectik kiyi seridini takip ederek. Saigon'a yaklastikca mobilet trafigi de artmaya basladi. Caddelere akin akin her yone giden rengarenk mobiletler hakimdi. Saigon'un Hanoi'den kat kat buyuk oldugunu bilmiyorduk. Baskent olmamasina karsin, savas oncesi ve sirasinda Amerikan ve Fransiz isbirligiyle ekonomi bu bolgede kalkinmis ve ticaret ilerlemis. Gercekten herhaliyle modern ve kapitalist bir sehir. Iklimi oldukca sicak, Mekong havzasina yakin oldugu icin. Biz neyse ki en serin zamaninda Saigon'daydik. En dikkat cekici sey TET festivalinin yaklasiyor olmasi vesilesiyle tum sehrin yilbasi susleri ve isiklariyla donatilmis olmasiydi. 7 subattaki Cin yeni yili icin tum ulke hazirlik yapiyordu. 3 gun surecek festival boyunca tum dukkanlar kapaniyor herkes ailesinin yanina gidiyor. Yilbasi geceyarisinda bazilari budist tapinaklarina giderken bazilari da barlara kosuyor. Garip bir duygu bu sicakta yilbasi isiklarini gormek sokaklarda ama icimizi bir cosku sariyor bizim yeni yilimiz olmasa da.
Vietnam savasini hep Amerikalilarin agzindan duydugumuz icin bir de bu karanlik donemi bir Vietnamlinin gozleriyle gormek istedim. Denise Chong'un yazdigi " Fotograftaki kiz " kitabini alip okumaya basladim. Kitap savas doneminde yasinda olan Kim Phuc adli Vietnamli bir kizin hayat hikayesini anlatiyor. Iran'da gecen " Kizim olmadan asla " kitabi gibi hem okuma istegi uyandiran hem de insanin icini acittigi icin bir an once bitirmek istedigi turden bir kitap.
MEKONG HAVZASI
Vietnamlilarin Song Cuu Long (Dokuz ejderha nehri) olarak adlandirdiklari Mekong dunyanin en uzun nehirleri arasinda sayiliyor. Tibet'in yuksek yaylalarinda dogup, Cin'de 4500 km astiktan sonra Laos ve Kambocya'dan gecerek Vietnam'da denize kavusuyor. Tibet'de karlarin eridigi yaz aylarinda nehrin debisi artinca Kambocya'daki Tonle Sap golune dogal bir geri akim basliyor ve bu sayede mekong havzasi sel altinda kalmaktan kurtuluyor. Buna ragmen son yillarda Kambocya'da yasanan orman katliyami bu bolgedeki sel riskini arttiriyor.







Mekong deltasinin bereketli topraklarinda daha adini bile duymadigimiz tropik meyveler yetistiriliyor. Ayrica bu bolge sadece Vietnam'in degil, Asya'nin da pirinc ambari. Avokado,mango, hindistan cevizi, ejderha meyvesi ,papaya ve daha bircok lezzeti havzanin sayisiz meyve pazarlarinda bulmak mumkun.








Ben tre'de, Tra Vinh ve Can Tho bolgelerinde motorla yaptigimiz geziler bize suyla barisik yasamin inceliklerini gosterdi. Bu bolgede topraktan cok su oldugu icin bir sehirden digerine giderken en azindan bir iki feribot yolculugu yapmak durumundasiniz. Bircok yerde kopruler insa edilmis ama Mekong'un havzada bir cok kola ayrilmasindan dolayi heryer birbirine karayoluyla bagli degil. Bazi yerlerde feribot yolculugu 3 dakika bazi yerlerde 10 dakika suruyor. Hepsinde de islerine veya evlerine giden Vietnamlilarla konusmak gunumuze renk katiyor.




Burada hayatin su ustunde ilerlediginin diger bir kaniti yuzen meyve -sebze halleri. Mekong havzasinda yetisen urunler toptanci teknelerinde satiliyor ve kayiklariyla tekneden tekneye dolasan koyluler bir yandan pazarlik yaparken diger yandan yanasan diger kayiklara carpmamak icin oradan oraya kurek salliyorlar. Goruntu gercekten gormeye deger. Biz Tra On adli turistlerden uzak kucuk bir kasabadaki yuzen hali gormeye gittik. Pazarin en renkli ve kalabalik halini gorebilmek icin sabahin ilk isiklariyla 5.30'da kayiga binmek gerekiyor. Biz sabah kucuk bir kayik kiralayarak nehrin ortasindaki hareketli hale dogru ilerledik. Karpuz teknelerinden birindeki saticilar bizi yanlarina cagirip karpuz ikram ettiler. Biz de istahla karpuzlarimizi yerken bir yandan da cevremizdeki pazarlik yapan huni sapkali gulec Vietnamlilari izliyorduk. Alisverisi kolaylastirmak icin tekne diregine saticilar ellerindeki mallardan ornek asiyorlar boylece musteriler nereden ne alabileceklerini biliyorlar.



Mekong deltasinda khmer azinligin yasadigi Tra Vinh bolgesinden gecerken, yemyesil pirinc tarlalari arasinda yukselen bir tapinak gorduk. Khmer mimarisiyle insaa edilmis bu harika yapiyi daha yakindan gormek istedik. Toprak yolu takip edip tapinagin kapisindan iceri girince buranin sadece bir tapinak degil ayni zamanda bir budist manastiri oldugunu anladik. Bizi nasil karsilayacaklarini bilmiyorduk ama yine de motoru park edip cevreye bakindik. Manastirin ana rahibi yanimiza yaklasti gulumseyerek. Hemen bizi iceri davet etti el isaretiyle. Heryer tibet dilinde dualari iceren bayraklarla bezenmisti. Bize hemen soya sutu ikram etti ve ortak bir dilimiz olmasa da elimdeki haritayi gosterip nereden geldigimizi nereye gittigimizi anlatmaya koyuldum. Bu arada kitabimda Khmerce kucuk bir sozluk olmasi iletisimimizi bir nebze olsun kolaylastirdi. Bu arada Tom rahipten izin isteyip yandaki koltuga boylu boyunca uzanip kestirmeye basladi. Tom heryerde Tom uykusu geldi mi manastir rahip dinlemez uyur. Belki de manastirdaki huzur ortami onu boylesine gevsetmistir.



Kambocya'ya sinirina giderek yaklastikca Minskimizle sinirdan gecip gecemeyecegimizi sorgulamaya baslamistik. Daha onceki arastirmalarimiz ve konustugumuz insanlar motorla Kambocya'ya gecmenin tamamen sans isi oldugunu , orada o sirada bulunan gumruk gorevlisine bagli oldugunu gosteriyordu. Biz de sansimizi denemek istiyorduk ne olursa olsun. Ne de olsa simdiye kadar her isimiz rast gitmisti. Mekong nehri uzerinde kurulan hudut kenti Chau Doc, bir kac gun gecirip su ustundeki yasami tatmak icin birebirdi. Kaldigimiz otelin yuzen restoranindan karsidaki tahta sutun uzerine kurulu evleri, kayiklarindan balik tutan koyluleri izlemek cok keyifliydi. Bu bolgede yagisli aylarda su seviyesi bir hayli yukseldigi icin sel tehlikesine karsi bazi onlemler almis nehir kiyisinda oturan kasaba sakinleri. Bazilari tahta kaziklar uzerine kurmus evlerini, bazilari bos variller yerlestirerek ahsap evlerin altina evlerini su ustunde bir gemi gibi insaa etmis. Bu yuzen evlerden sonuna kadar istifade edebilmek icin evlerinin altina agdan kafes yapmislar balik yetistirmek icin.



Minskimize atlayip Chau Doc'un etrafindaki koyleri gezmeye ciktigimizda karsimiza bir kac musluman mahalle cikti. Basi esarpla ortulu bayanlar, uzun pestemalli beyler ve iki buyuk cami. Kitabimizdan bu insalarin Cham azinligi olduklarini ve buyuk Champa kralligindan bugune kalan bir topluluk oldugunu ogreniyoruz. Ilk zamanlarda budist olan bu insanlar son 400 yilda muslumanligi secmisler. Caminin arka tarafindaki mezarlik bizimkilere cok benzer, hele Havva,Imam Haci Yusuf, Ismail gibi isimler insana Vietnam'da oldugunu unutturuyor. Chau Doc'da hristiyanlar,muslumanlar ve budistler beraber yasiyorlar. Camide musluman namazini kilarken, Cin yeni yilini ejderha kostumu icinde kutlayan gencler geciyor sokaktan,bir yandan da kiliseden can sesleri yukseliyor. Cagdas ve ileri saydigimiz Avrupa ulkelerinde hala artan bir din catismasi yasanirken, bu geri kalmis ve fakir saydigimiz kucuk kasabada uc din nasil huzur icinde yasiyorlar anlayamadik. Belki de toplumlar modernlestikce insanlarin birbirine tahammulu azaliyor.



Kambocya'ya gecmeyi planladigimiz gunun oncesi sehirde buyuk kutlamalar vardi TET festivali dolayisiyla. Biz de kasabalilarin toplandigi bir kafeye gidip onlarla bira ictik, uzun uzun konustuk ve belediyenin duzenledigi muhtesem havai fisek gosterisini izledik. Vietnam'i bir sureligine terk etme vakti gelmisti. Ertesi gun Kambocya'nin baskenti Phnom Phen'e gitmek uzere hazirliklarimiz yapip, motorumuzu sinirdan gecirebilme umuduyla uykuya daldik.

4.2.08

Ho Chi Minh Karayoluyla Viyetnam


Viyetnam ince ve uzun yapisindan dolayi bir cok farkli iklimi ayni ayna yasiyor. Kuzeyde Cin'den gelen soguk hava dalgasiyla insanlar kisi yasarken, tropiklerdeki guney bolumu yilin her ayi sicak ve nemli. Bati kisimi Laos ve Kambocya'ya komsu yagmur ormanlari ve daglarla, dogu kismi ise Pasifik okyanusu ve Cin denizine baktigi icin duzluk ve kumsallarla cevrili. Guneyindeki Mekong deltasi ise Tibetlerde dogan Mekong nehri'nin besledigi adaciklardan olusan bambaska bir cografya. Iste biz de tum bu renkleri gorebilecegimiz bir rota cizdik kendimize. Hanoi'den Saigon'a inmenin iki yolu var. Birincisi tum otobuslerin, turistlerin, kamyonlarin gidip geldigi kiyi kesimi boyunca ilerleyen bir numarali cok yogun karayolu ikincisiyse Laos ve Kambocya siniri boyunca ilerleyen Ho Chi Minh karayolu. Bizim sectigimiz Ho Chi Minh karayolu savas doneminde Viet Cong askerlerinin ve silahlarinin ulasimini kolaylastirmak icin kurulmus yerlesim yerlerinden uzakta bir yol. Trafik yok denilecek kadar az ve koyler yolun cevresinde degil disinda kaliyor.


Kuzey'den Hanoi'ye dondugumuzde Ho Chi Minh'in anit mezarinini ziyaret ettik, gonlumuzce yemek yedik ,dinlendik ve eksiklerimizi tamamladik. Bu arada Hanoi'deki gol manzarali gemi kafe'de meyve sularimizi yudumlarken, tesaduf bu ya Hanoi Buyukelciliginden Alev hanim ve ailesi yan masada oturuyorlardi. Turkce konusma hemen kulagima ilisti fakat inanamadim. Asya'nin diger ucunda turkce konusabilmek hos bir duyguydu gercekten.

Hanoi'de iki uc gunden sonra fazla bagajimizi otele emanet birakip ciktik yola. Aslinda bagajimizin bir bolumunu birakmak benim pek icime sinmiyordu ama baska caremiz de yoktu. Nasilsa Cin'e gidecegimiz icin Hanoi'ye donecektik.


Ilk duragimiz Tam Coc magralariydi. Karst daglarinin arasinda akan nehir daglari delip kucuk magralar olusturmustu. Bu magralara ancak kucuk kayiklarla pirinc tarlalarinin arasindan gecerek ulasmak mumkundu. Bir cok koylu batakliga pirinc filizleri ekiyordu. Bellerine kadar camura bulandiklari halde bu zor islerinin arasinda gulumseyerek el salliyorlardi bize.

Ertesi gun 200km uzaktaki Phong Nha magrasini gormek icin Son Trach koyune gittik. Bu magara 250 milyon yil once olusmus, dunya varliklari projesi altinda korunan Vietnamín en buyuk ve en guzel magrasi. Buraya 30 dakikalik tekne yolculuguyla ulasiliyor ve magradan iceri kayikla girdiginizde Disneyland'i andiran bir goruntu cikiyor karsiniza. Milyonlarca yillik bir sanat eseri gibi kalkerden olusan sarkitlar. Son Trach'da sadece birkac misafirhane ve aile lokantasi var. Biz de bu lokantalardan birine oturduk daha dogrusu lokanta zannettigimiz yer bir ailenin oturma odasiydi :)) Hemen mutfaga goturduler beni ben de mutfakta gorup istedigim malzemeleri gosterdim bize hazirlamalari icin. Karnibahar,yesillik,pilav ne varsa. Sonra beraber yemek yedik ailenin kizlariyla, yumurcak kucuk oglansa cirilciplak ortalikta kosusturup gulucukler saciyordu.


Yola cikana kadar oglen olmustu ve bir de sagnak baslamisti. Neyseki yagmurluklarimiz suya dayanikli oldugu icin yagmurdan korkumuz yoktu. Nereye gidecegimize karar vermek icin haritamiza baktigimizda yolun ikiye ayrildigini , Laos siniri boyunca uzanan bati HCM karayolunun ormanlik bir araziden gectigini goruyorduk. Bu yol savas doneminde onemli bir harp sahasi olan Khe San kasabasina cikiyordu. Ayrica yol kuzey- guney Viyetnam sinirini olusturan Ben Hai nehrinden geciyordu.


Biz de bu rotayi secerek yola ciktik. 10-15 km ilerledikten sonra bir guvenlik bariyeri cikti karsimiza. Bu arada da bardaktan bosalircasina yagmur yagiyordu. Kulubedeki gorevli bize daha fazla ilerleyemeyecegimizi isaret ederek bir belge gosterdi. Bu bolgeye girmek icin izin belgesi gerekiyordu belli ki. Ben Motordan inip hemen kulubeye gittim sirilsiklam ve gorevliye haritamiz uzerinden gosterdim Khe San´a ulasmaya calistigimizi. Gorevli halimize acimis olacak ki birkac telsiz gorusmesi yapip beriyeri acti. Bu duruma cok sevindik tabi. Daha sonra ogrendigimize gore Laos siniri boyunca ilerleyen yolu cevreleyen 200 kmlik alan koruma altindaki yagmur ormanlariyla kapli ve bir kac kucuk kabilenin yasadigi bir alandi. Buradan daha once gecebilen pek olmamis. Neden bize izin verdiler biz de anlamadik..


Biraz ilerleyince inanilmaz goruntuler bizi bekliyordu. Bir yanimizda turkuaz renkte bir nehir akiyor diger tarafta sarmasiklar,palmiyeler ve camlarin potporisi daglik bir orman uzaniyordu. Yagmur dinmeye baslamis, gunes de yuzunu gosteriyordu. Genis ve bombos Ho chi Minh karayolunun ortasina parkedip hayranlikla cevreyi izledik bir sure. Virajli daglik yolda hizli ilerlemek mumkun degildi ve saatimiz 15.00í gosterirken daha yolun yarisini bile katetmemistik. Hava bazi yerlerde soguk ve sisliydi. Hava kararmadan once Khe San´a varabilmemiz imkansizdi. 100 km sonra kucuk bir koye rastladik ve bir kac sise benzin bulabildik. Artik hava iyice kararmisti ve uzun farlarimiz calismiyordu. Hemen bas lambalarimizi gecirdik kasklarimiza ve yavasca yola devam ettik. Saat 21.30 gibi ac ve bitkin ama gordugumuz guzelliklerden memnun vardik Khe San´a.



Bundan sonraki rotamiz guney Viyetnam'daki kumsallardan, yaylalardan ve Mekong deltasinda gececekti. Zamanin komunist Kuzeyi ve kapitalist Fransiz dostu guneyi arasinda gunumuzde ne gibi farkliliklar vardi acaba? Bunu gormek icin sabirsizlaniyorduk..

16.1.08

Kuzey Vietnam


Sabah erkenden Hanoi'den ayrildik. Aldigimiz detayli Viyetnam haritasi sayesinde rotamizi rahatlikla cizmistik. Yine de yolda durup insanlara soruyorduk emin olmak icin. Ilk karsilastigimiz zorluk haritada okudugumuz sehir isimlerini telaffuz etmekti. Mesela Son La dedigimizde insanlar bize bu sehrin adini ilk defa duyuyormus gibi bakiyordu yuzumuze sonra haritada yazilisini gosterdigimizde " a Son LAaaaA" diyip yolu gosteriyorlardi. Diyeceksiniz, madem latin harfleri kullaniliyor ne zorlugu bu canim. Viyetnamca Cin diliyle buyuk benzerlik gosterdigi icin tonlama bu dilde de cok onemli. Mesela Ma kelimesi 'a'nin aldigi tona gore at,anne,pirinc filizi, hayalet ve mezar anlamina geliyor. Bizim duymadigimiz bir cok ses var dillerinde. Yani o yuzden bize hep cing cung cang diyorlarmis gibi geliyor halbuki isin asli oyle degil.

Sora sora ilk duragimiz Tay kabilesinin yasadigi Mai Chau koyune vardik. Buradaki tipik koy evlerinden birinde kalmak mumkundu. Hava tahmin ettigimizden daha da soguktu. Neyse ki kuzey Viyetnam'da heryerde bulunan Pho Bo ( tavuk suyuna sehriye corbasi) icimizi isitmaya yetiyordu.

Evler yerden sutunlarla yukseltilmis ust kisimda hasir ve bambudan buyuk kulubeler insa edilmisti. Cibinlikli yer yataginda penceremizden yemyesil pirinc tarlalarini, hasir sapkalariyla calisan Viyetnamlilari izlemek gercekten hostu.

Mai Chau cevresinde manzara degismeye baslamisti bile. En dikkat cekici olan daglarin sekliydi. Bizim alistigimizdan cok farkliydi daglar. Yuksek kayalari andiran karst (kirec tasi) daglari gercekten inanilmazdi. Hele bunlari cevreleyen ovalardaki pirinc tarlalari hicbir yerde gormedigimiz bir goruntu olusturuyordu.


Ertesi sabah yilbasini gecirecegimiz Son La kasabasina dogru yola ciktik. Oglen yemek yemek icin durdugumuz koy lokantasinda tabi ki ingilizce menu yoktu. Henuz Vietnamca yemek tabirlerini ogrenmedigim icin yanimizdaki " point it" kitabi cok isimize yaradi. Kitap boyle zamanlarda kullanilmak icin hazirlanmis akliniza gelebilecek her turlu yemek,sebze,meyve ,hayvan ve daha bircok seyin fotografini iceren bir kitap. Mesela karnibahar ve domatesli pilav istiyorsunuz, hepsinin fotografini ayri ayri isaret edip anlatabiliyorsunuz derdinizi. Bizim cok isimize yaradi dogrusu. Tabi yanimizdaki kucuk Vietnamca pratik konusma klavuzunu da kullandik sikca.

Burada gordugumuz lokantalar,bakkallar, magazalar hep yari acik hangar biciminde. Yani sanki disarida oturuyormussunuz gibi. Hicbir yerde isitma sistemi yok, herkes oturma odasinda paltosuyla oturuyor. Belki de o sebeple kuzeyde insanlar sabah kahvaltisiyla beraber "ates suyu" diye tabir edilen votka cinsi ev yapimi pirinc sarabi icmeye basliyorlar.

Bir de lokantalarda ilk dikkatimizi ceken camdan yapilmis dev kupler icinde pirinc sarabinda bekletilen hayvanlardi. Sonradan ogrendigimize gore bu dogu tibbinin bir parcasi. Her hayvan farkli bir derde deva. Cogunlukla gorduklerimiz karga,keci cenini, kobra yilani, ari, hamam bocegi ve domuz ayagi. Anlayacaginiz uzere lokantaya ac girsek de pek birsey yiyemeden cikiyorduk genelde..



Ben yemek konusunda hic secici degilimdir ama et konusunda ayni seyi soyleyemem. Gordugumuz kadariyla Viyetnamlilar ucan,kacan,surunen ve yuzen her hayvani yiyorlar. Buna kopek, yilan, tarla faresi ve ordek embriyosu da dahil. Yemek kulturu gercekten alismaya bagli. Ben kokoreci, kelle paca corbasini agzimin suyu aka aka yiyorum fakat bu hic alismadigim et kulturu bana ters geliyor. Hele tamamen vejeteryan Hindistan'a gore burasi tam bir tezat teskil ediyor. Simdi anliyorum Hindistan'da bir gol kenarindan taze taze aldigimiz baligi kaldigimiz misafirhanenin mutfaginda pisirmek istedigimizde, vejeteryan ev sahibesinin neden bize yuzunu burusturarak baktigini, ya da neden hintli is arkadasimizin biz restoranda biftek yerken midesinin bulandigini. Sahsen biri gelip mutfagimda kopek eti pisirmeye kalksa ben de ayni tepkiyi verirdim. Farkli ulkeler,farkli insanlar, farkli aliskanliklar. Bu farkliliklar olmasa gezmenin ne anlami kalir ki?

Yilbasini Son La adli kucuk bir kasabada gecirdik. ilk gunku soguktan biraz yorgunduk, o yuzden gece yarisi olmadan uyuyakaldik. Viyetnam'da Cin takvimi kullanildigindan dolayi, onlar yilbasini 7 subatta kutluyorlar. TET festivali denilen 3 gun boyunca tum dukkanlar, restoranlar kapaniyor herkes ailesiyle evine cekiliyor yeni yili beraber kutlamak icin. Yani biz 2008 deyken onlar 7 subata kadar hala 2007'deler.

Viyetnamlilar gune cok erken basliyorlar. Cogu devlet dairesi ve dukkanlar sabah 7.00'de isbasi yaptiklari icin saat 6.00'da herkes yollarda. Saat 18.00 dedi mi tum restoranlar dolup tasiyor ve saat 19.00'da yiyecek birsey bulmak cok zor oluyor. Sanirim komunismin getirdigi bir duzen bu.


Ertesi sabah erkenden kalktigimizda hava hala sisli ve kapaliydi. Yola cikmadan once renkli ve hareketli pazar yerine gidip kosedeki kucuk pho bo'cuda kahvalti ettik. Pho bo hem doyurucu hem de insanin icini isitiyor hem de sadece 8000 dong'a.

Bundan sonraki rotamiz turizm gormedigi icin insanlar once saskinlikla korkak korkak bakiyor yuzumuze, sonra gulumseyip el salliyorlar. Gectigimiz koylerdeki rengarenk giysileriyle ortalikta kosusan cocuklar, seker kamisi satan bayanlar gercekten bu soguk havada bile gunumuze nese katiyorlar. Biz onlari ilgiyle seyrediyoruz onlar da bizi.

Yolda bir grup bebekli bayanin yaninda duruyoruz bir sonraki koyun yonunu sormak icin. Ne yapsak kahkalarla guluyorlar, ozellikle Tom onlara dev gibi geldigi icin. Haritamiza hayranliklar bakiyorlar, ne guzel rengarenk bir kitap diye. Sonra kendi koylerinin isimlerini gorunce orada heyecanla birbirlerine gosteriyorlar. Aralarindan biri once sakadan kendi bebegini bize vermeyi teklif ediyor daha cocugumuz olmadigini el kol hareketleriyle anlatinca. Sonra beni kolumdan cekiyorlar kal kal, kocan gitsin sen kal diye. Dogrusu sicak yatagimdan, kopuklu banyomdan vazgecip bu zor kosullarda yasamak pek de cekici gelmiyor :) Daha da kuzeye cikip Cin sinirindaki Ha Giang bolgesine yaklastikca daglar yukseliyor, gozler cekiklesiyor. Bu bolge 10 asir boyunca Cin egemenligi altinda kalmis yani insanlar Cince konusuyor kendi aralarinda ama yine de resmi dil Vietnamca.

Ha Giang'da kalma sebebimiz bundan sonra gidecegimiz Yenh Minh ve Meo Vac sehirleri icin ozel izin alma gerekliligi. Ha Giang'daki yabancilar ofisine gidiyoruz sora sora. Burada gercekten ingilizce 'evet' veya 'hayir' demeyi bile bilmiyorlar ama yine de oyle cok yardim etmek istiyorlar ki bize sokaktaki insanlar iletisim yolu buluyoruz eninde sonunda.


Yabancilar polisine ulastigimizda oradaki memura haritayi gosteriyoruz izin almak istedigimizi anlatmak icin. Onlar oturmamizi isaret edip birisini ariyorlar. Biz de dogru yerdeyiz diye sevinip biran once halletmek istiyoruz izin isini. Izin belgesi olmadan gidecegimiz bolgelerdeki otellerde kalmamiz mumkun degil. Rehber kitabimizda yazan bilgiye gore 10 dolar karsiligi bu belgeyi almak mumkun.


Bir sure bekledikten sonra saci basi daginik genc bir adam giriyor ofise. ingilizce konusmaya basliyor bizimle. Turist rehberi oldugunu, Vietnam devletinin Cin sinirinda gezmek isteyen turistlere iki sart kostugunu soyluyor. Diyor ki oncelikle izin belgesi sonra da eslik edecek bir rehber. Biz buna cok sasiriyoruz cunku hicbir yerde rehberden bahsedilmiyor. Biz bagimsiz gezdigimizi ve gezmek istedigimizi soyluyoruz soyledigine inanmayip. Rehber israr ediyor, izin alamazsiniz diyor rehbersiz. Bir de gunluk 20 dolar istiyor bizimle gelmek icin. Memura Vietnamca birseyler soyluyor, sonra memurun ona dedigini sozde bize aynen ceviriyor. " Rehber olmadan izin yok, polis yakalarsa sinir disi eder sizi". Devam ediyor " Hem oralarda hic ingilizce konusulmuyor (sanki buralar da cok ingilizce konusuluyormus gibi), kaybolursunuz "..Bir sure sonra Tom'un sabri tasiyor ve adama sert bir sekilde gitmesini soyluyor. Adam sinirlenip sigarayi yuzumuze ufleyerek motoruna binip ayriliyor ofisten. Biz disarida kalakaliyoruz. Nereye gidip derdimizi anlatabiliriz ki? Sonra aklima bir fikir geliyor. Biz memurla hic yuzyuze konusmadik, hep sozde rehberin soylediklerinden yola ciktik. Hemen ofise geri donup memura kitabimizda yazan 10 dolar karsiligi izin belgesi cumlesini gosteriyorum. Bayan gulumseyerek bize bir kagit uzatiyor. Pasaportlarimizi ve motorumuzun plaka numarasini istiyor. Bes dakika sonra izin belgemiz hazir.!!!Agzimiz acik kaliyor bu kadar kolay olduguna. Bunu kutlamaya deger :)


Cin sinirindaki Yen Minh'den Meo Vac'a kadar uzanan daglik alanda guney dogu asyanin en guzel manzaralarini ve en renkli kabilelerini gormek mumkun. Bu guzellige ragmen ancak ozel izinle ve kendi ulasim imkanlariyla gezebildigi icin yabancilar, burada tek bir turiste bile rastlamak mumkun degil. Burada genis, duzgun fakat bos yollar. Insanlar tarlalarini okuzlerle suruyorlar, atlarla ulasimlarini sagliyorlar.


Burada her kabilenin dili, kiyafetleri ve yuzleri birbirinden farkli. 132 km boyunca sanki on ayri ulkeden geciyormusuz gibi hissettim kendimi. Bu azinlik kabileleri tamamen disaridan bagimsiz bir yasam suruyorlar. Bayanlar o kadar renkliler ki ben yol kenarindaki koy pazarinda durdugumuzda kendimi cok siyahlara burunmus hissediyorum. Hemen pazardan kendime cingene pembesi yun bir sal aliyorum. Boylece yabancilik hissetmiyorum aralarinda. Pazarda en cok ragbet goren seker kamisi. Herkesin elinde bir parca kamis, istahli istahli kemiriyor.





Meo Vac kasabasina inerkenki 12 kmlik yol inanilmaz heyecan verici. Daglar cok dik oldugu icin yol kenarindan 2000 mt asagidaki ovalari, evleri, masmavi nehri gorunce insanin tuyleri diken diken oluyor. Hele bu dik yamacta koylulerin nasil pirinc yetistirdigini anlamak gercekten cok zor. Meo Vac'a hava kararirken variyoruz ve yikik dokuk otellerden birine yerlesiyoruz. Havanin cok soguk olmasina ragmen, bekledigimiz uzere hic bir isitma sistemi yok. Bir kere daha uyku tulumlarimizi yanimiza aldigimiza cok seviniyoruz.





Bu yol boyunca 3 kere benzinsiz kaldik. Nasil olur demeyin. Minskimizde hicbir gosterge olmadigi icin daglik yolda yakit tuketimini tahmin etmek guc. Neyse ki her koyde benzin satan bir bakkal var. Ilk seferinde hava filtresinde bir problem var zannettik, hemen bir Vietnamli vatandas yanimizda durup bize yardimci oldu. Anlayinca benzinsiz kaldigimizi kendi deposundan hic dusunmeden iki litre benzin verdi bize para da istemeden.


Bircok kisi sordu bize, dag basinda motorunuz bozulursa ne yaparsiniz diye. Iste bu sefer yanitini bulduk. Tek tuk arac gecen Ha giang, Dong Van yolunda arka frenimiz kitlendi. Yanimizda alet olmasina ragmen sorunun neden kaynaklandigini bulmaya calisirken, motorsikletli bir Viyetnamli yanimizda durdu belli ki anliyordu isten. Hemen tekeri sokup freni ayarladi sonra da selam verip gitti. Demek ki Viyetnam'da da hizirlar varmis.




Ertesi gun yolumuz Dong Dang hudut sehrinden geciyordu. Biz de merak edip dogu Vietnam'i Cin'e baglayan " Dostluk kapisini " gormeye gittik. Gezimiz sirasindan Hindistan'da Pangong golunde kalisimizda, Nepal'de Anapurna yuruyusu sirasinda ve simdi Vietnam'da , her yol Cin'e cikiyordu! Cin'in hakikaten cok buyuk bir ulke.


Hanoi'ye tekrar donmeden once Vietnam'in harikalarindan biri olan Halong koyunu gormek istiyorduk. Halong korfezi kirec tasi daglari ve adalariyla kapli. Burada isterseniz iki gunluk bir tekne turuna cikabiliyorsunuz. Fakat hava serin oldugu icin biz otelde konaklayip gun icinde turladik bu korfezi. Gercekten bir doga harikasi bir yer.


Boylece kuzeydeki bir haftadan sonra Hanoi'ye donduk oradan guneye dogru yola cikmak icin.

8.1.08

Xin Chao Viet Nam!


Robin Williams'in oynadigi " Gunaaaaydiiiin Vietnam!" filminde anlatilanlarla kisitliydi bu ulke hakkindaki bilgim. O yuzden biraz da, Tayland'in tropik kumsallarindan vazgecip, Asya kitasinin obur ucundaki Vietnam'i kesfetmek icin yola dustuk. Bangkok'dan ucakla 1.5 saat suruyor Vietnam'in baskenti Hanoi'ye ulasmak.



Vietnam rehber kitabini henuz satin almadigimiz icin biraz hazirliksizdik Hanoi havaalanina vardigimizda. Bir ATM bulduk para cekmek icin. Bir euro 23000 Vietnam Dong'u. Simdiye kadar 50 rupee ve 45 bahtla ugrastiktan sonra birden bire birkac milyon dong cekmek bize garip geldi. Hep biraz zaman aliyor yeni para birimine alismak.



Havaalaninda dikkatimizi ceken sey yazilarin Tayland'daki gibi farkli alfabeyle degil latin alfabesiyle yazildigiydi. Buna cok sasirdik ve bir bakima sevindik. En azindan haritada ve yolda sehir isimlerini, lokantalarda menuleri okumak cok daha kolay olacakti. Bizimle ayni harfleri kullanmalarinin sebebi tabi ki 70 yil Fransiz kolonisi olmanin bir sonucuydu.


Hava hissedilir derecede soguktu Bangkok'a gore. Hemen ustumuze bir ceket gecirip taksiye atladik. Hanoi'nin tarihi sehir kisminda cok otel oldugunu duydugumuz icin oraya yonlendirdik soforu, nasilsa bize uygun bir otel bulabilirdik orada. Hava kararmisti sehre varana kadar. Sirt cantamizi yuklenip birkac otele girip ciktiktan sonra 10 dolara cok guzel bir oda bulduk Discovery otelde.


Hanoi'deki ilk amacimiz bir Minsk motor bulmakti, once Vietnam'in kuzeyinde turlayip daha sonra Ho Chi Minh otoyolundan guneye Mekong nehri deltasina inip oradan da Kambocya'ya gecmek icin. Bunun icin zaman kaybetmeden esyalari odaya birakip Vietnam Minsk klubu uyelerinin bulustugu 'Highway 4' adli bar-restorana gittik. Oradakilerden birkac isim aldiktan sonra yukari kata ciktik birer bira icmek icin. Yer sofrasinda vietnamli genc bir grubun yanina oturduk. Hemen sohbet etmeye basladik. HSBC calisanlari olduklarini ve Saigon sehrinden gelen is arkadaslarini agirladiklarini soylediler. Bize ictikleri Vietnam sarabindan ikram ettiler. Oldukca lezetli fakat sert bir ickiydi. Soylediklerine gore gelenek olarak ikram edilen ickiyi geri cevirmek cok ayipti. Hanoi'ye vardigimizdan bir saat sonra bir barda oturup misafirperver Vietnamli genclerle gecirdigimiz zaman bize coksey ogretti bu ulke hakkinda. Bize haritada tum gorulmesi gereken yerleri gosterdiler, insanlarin birbirlerine soyadlariyla hitab ettiklerini, halkin %80'inin dininin olmadigini geri kalanlarin budizmi tercih ettigini anlattilar. ilgimi ceken %0.5 oranindaki musluman kesimin muslumanligi bizden farkli uyguluyor olmalariydi. Mesela vietnamli muslumanlar sadece cuma gunu namaz kiliyor, ramazan ayinda 3 gun oruc tutuyor ve sunnet toreni de erkekler 15 yasina geldiklerinde din adami tarafindan tahta bicakla sembolik olarak gerceklestiriliyor.Iran,Pakistan ve Hindistan'da dinin ve din sembollerinin gunluk yasamdaki hakimiyetini gordukten sonra buradaki durum cok sasirticiydi gercekten.

Vietnam sosyalist bir cumhuriyet ve kati bir komunist parti tarafindan yonetiliyor. Vietnamlilarin kendi paralarini kazanma, kendi islerini kurma hakki olsa da politik acidan bir secim yapma sanslari yok. Tabi ki kapitalist ekonomi ve komunist devlet arasindaki ucurum Vietnamli girisimciler yurtdisina acildikca buyuyor ve insanlarin kafasinda soru isaretleri olusmaya basliyor.


Ulkenin yakin tarihine bakmak gerekiyor bugunu anlayabilmek icin. 1883'den beri bir Fransiz somurgesi olan Vietnam'da 1945'den itibaren Ho Chi Minh liderliginde milliyetci bir komunist direnis baslamis. Kuzeyde komunist bir Vietnam ,guneyde de Fransa'yi destekleyen antikomunist katolik bir Vietnam olusunca savas kacinilmaz hale gelmis. ABD, Fransa'nin guney Vietnam'da verdigi savasi, dunyada giderek buyuyen komunisme karsi onemli bir adim saydigi icin Fransa'nin yaninda savasa katilmis. Savas sirasinda oldukca buyuk maddi kaynak aktarilmis biyolojik silahlar ve bombalar icin. Televizyonlarindan bu buyuk vahseti izleyen Amerikan halki savas karsiti bir akim baslatinca hukumet yavas yavas birliklerini savas meydanindan uzaklastirmaya baslamis. Sonucta Amerika 1975'de buyuk bir yenilgiyle Saigon'u kuzey Vietnam'a terketmek zorunda kalmis. Saigon'un ismi kahraman liderlerinin adiyla degistirilerek Ho Chi Minh sehri haline gelmis.

Hanoi'yi biraz gezince sanki Polonya'daymisim hissine kapildim. Birbirinden bu kadar uzak olan iki ulkenin ne ilgisi olabilirdi. Caddelerin uzun ve genis olmasi, binalarin sekli, tavanlarin yuksekligi.. Daha bircok sey. Bunun sebebini daha sonra tanistigimiz vietnamli bir bayandan ogrendim. Megerse bizden onceki nesil universite okumak icin o sirada yakin iliskileri olan SSCB ve Polonya'ya gitmisler. Dogal olarak oralardaki sehir mimarisi ve planini da Vietnam'a tasimislar.


Hanoi'ye gelisimizin ertesi gunu erkenden bize uygun bir Minsk bulabilmek icin adini daha once cok duydugumuz, guvenilir motorsiklet tamircisi ve saticisi olan Duang'in dukkanina gittik. Tom birkac degisik Minsk denedikten sonra bir tanesinde karar kildi. Duong bize yeni iki kisilik sele, yeni lastik, bagaj sistemi, anahtar takimi ve gerekli yedek parcalari verdi. Toplam 280 euro odedik hepsi icin. Neden Minsk diye merak edenler icin biraz aciklama yapmak yerinde olur. Minsk eski bir Rus motoru. Mekanizmasi cok basit olmasina ragmen 125cclik bir motorla bile kuzeydeki daglari sorunsuz asmak mumkun. Vietnam'da cok kullanildigi icin bu makineyi herkes cok ucuza tamir edebilir, yedek parca sorunu yok. Talep fazla olunca tekrar iyi bir fiyata satma olanagi da var. Tabi ucuz oldugu icin fazla ilgi de cekmiyor. BMW'mizle gezerken her durdugumuz yerde motora olan ilgi cok oldugu icin surekli goz onunde bulundurup, park edecek guvenli bir yer aramak durumunda kaliyorduk. Minsk'de ise durup farkli, herkes bu marka motoru eski olarak gordugu icin icimiz rahat.


Motoru satin alir almaz kask ve dizlik bakmaya basladik. Nufusun %80'inin motorsiklet kullandigi bir ulkede ne kadar zor olabilrdi ki? Nitekim sora sora kask satan onlarca dukkanin oldugu sokagi bulduk. Ben kendime kolayca bir kask begendim fakat Tom'un olculerine gore birsey bulmak zaman aldi. Dizlik tamamen bilimezdi Vietnamlilar icin. Neyseki tesadufen tanistigimiz Hanoi'de yasayan bir Belcikali bize ihracat mallari satan bir magaza ismi verdi de oradan temin ettik dizliklerimizi.



Iki uc gunluk hazirliktan sonra artik yola cikmak icin sabirizlaniyorduk. Minsk ancak kisitli miktarda yuk tasiyabildiginden detayli bir eleme yaptik esyalarimiz icinden. Uyku tulumu olmazsa olmaz dedigimiz icin bazi kiyafetlerden vazgecmemiz gerekti ama yine de ihtiyaclarimizin hepsini alabildik yanimiza.




Hem motoru test etmek hem de hakkinda cok olumlu seyler duydugumuz icin Vietnam'in kuzeyine, Cin'le sinir bolgesine gidip bir hafta turlamakti planimiz . Oradaki turizimden etkilenmemis azinlik kabilelerinin yasadigi koyleri merak ediyorduk. 30 aralik sabahi yeni bir yili bilinmedik kuzeyde karsilamak icin yola ciktik.