8.3.08

Kambocya


Chau Doc'dan Kambocya sinirina giden yol mekong nehri boyunca ilerliyordu. Oldukca erken kalkmistik vaktinde Phnom Phen sehrine varabilmek icin. Bir yandan da kaygiliydik Minskimizi Kambocya'ya gecirip geciremeyecegimiz konusunda. Kafamizda bir suru senaryo kurup her probleme cozum bulmaya calisiyorduk. Bu heyecanla iki kere yolumuzu kaybettik ve ancak saat 10.00 gibi sinira varabildik.
Hudut kapisi deyince akliniza ne geliyor bilmem ama Ving Suong - Kaam Samnor siradisi bir yer. Tam Mekong nehri kiyisinda birkac ahsap kulubeden ibaret. Genelde turistler Chau Doc'dan vapur ve surat teknesiyle Vietnam tarafindaki islemlerini yaptirip tekrar ayni tekneye binerek 5 km ilerideki Kaam Samnor koyunde kambocya vizelerini alip kendilerini Phnom penh'e goturecek tekneye biniyorlar. Biz motorumuzu bir agac altina park edip hemen pasaport kontrolunun yapildigi kulubeye gittik. Burada pasaportumuzun cikisini yaptirdiktan sonra motorumuzu alarak vietnam polislerinin bekledigi guvenlik bariyerine dogru ilerledik. Bu arada Vietnamli ve Kambocyalilar vizir vizir geciyorlardi bir taraftan digerine.

Polislerden biri motoru isaret edip durdurdu bizi. Pasaportlarimizi istedi biz de sakin olmaya calisarak verdik pasaportlarimizi. Sonra motorun kagitlarini istedi. Biz de motoru aldigimiz firmanin verdigi tescil kartini verdik. Gumruk memuruyla gorusmemiz gerektigini soylediler ve bizi baska bir kulubeye yonlendirdiler. Biraz bekledikten sonra memur gelip motor adimiza kayitli olmadigi icin Vietnam disina cikaramayacagimizi haber verdi bize. Bu durumu kabul etmekte zorlaniyorduk gercekten ve pes etmek niyetinde degildik. Tabi bir puruz de yilbasinin ertesi gun oldugu icin tum amirlerin tatile cikmis olmasiydi. Uzun tartismalar sonucu oradaki memurlar amirlerini aramayi kabul ettiler ve biz de umutlandik. Fakat olumsuz yanit gelince butun planlarimiz altust oldu. 3 saat boyunca inatla gumruktekilerle konustuk,her yolu inanin her yolu denedik ama pes ettiremedik. Vietnam'dan cikmistik resmi olarak ama motorumuzla Kambocya'ya giremiyorduk. Biz de cikisi geri aldirip motorumuzu Chau Doc'da birakip Kambocya'ya tekneyele gitmeye karar verdik. Tekrar pasaport memuruna gittigimizde Vietnam'a bir daha giremeyecegimizi, vizemize kullanildi damgasi vurulduktan sonra tek yolun Phnom Penh'den yeni vize almak oldugunu soyleyince basimizdan asagi kaynar sular dokuldu. Ne Vietnam'a geri donebiliyorduk ne de motorumuzla Kambocya'ya gecebiliyorduk.

Gumruk memuru ile uzun gorusmeler sonucu ( burada ingilizce konusan birini bulmak neredeyse imkansiz oldugu icin iletisim de cok zordu) Minskimizi gumrukte emanet tutmayi kabul ettirdik. Binanin arkasinda emniyetli gibi gorunen bos bir alana kilitledik motorumuzu. Tabi sirt cantamiz olmadigi icin esyalarimizi tasimakta cok zorlandik. Bu arada Phnom Penh'e giden tum yolcu feribotlarini kacirmistik. Kambocya'nin ilk 80 kmsinde dort tekerlekli aracin girebilecegi bir yol olmadigindan taksi veya otobus bulma sansimiz da yoktu.
Kambocya pasaport kontrol noktasina kadar yuruduk birkac kabile koyunu gecip. Burasi sanki ne Vietnam'di ne Kambocya.. muz ve hindistan cevizi agaclari, tropik bitkiler ve bambu evler.. Zaman ve mekan kavramini yitirmistik sanki kafamiz karisik ve ter dokerek yururken.

Kaam Samnor koyunde 20 dolar vererek Kambocya vizemizi aldiktan sonra nehir kenarinda bekleyen balikcilarla pazarlik yaptik bizi Phnom Phen'e goturmeleri icin. 1.5 saat suren surat teknesiyle yolculuk sonunda Phnom Phen'e vardik. Kambocya'nin Mekong'u daha genisti ve kiyisinda hayvancilik yapan bir kac kucuk koyden baska yerlesim yoktu gorunurde.




Phnom Penh'de otel aramaya basladik ama motorumuz olmadan sudan cikmis balik gibiydik. 1.5 aydir Vietnam'a ve Vietnamlilara alistigimiz icin bu sehirde kendimizi tam bir yabanci gibi hissediyorduk. California 2 adli kucuk otele yerlestik bir geceligine ve ertesi gun butcemize daha uygun otel bulmayi planladik. Ac,yorgun ve hayal kirikligi icindeydik. Karnimizi doyurduktan sonra kendimize gelip halimize gulduk. Gecen aylarda hersey oylesine yolunda gitmisti ki boyle bir sorunla karsilasacagimizi hic dusunmemistik. Seyahatteyken insan herseye hazirlikli olmali. Iyi ve kotu surprizler bunun bir parcasi. Onemli olan sorunlar karsisinda donup kalmadan hemen cozum yolu bulmaya calismak. Biz de aynen oyle yapip kendimize kiralamak icin bir motorsiklet arama calismalarina basladik.

Birkac kisiyle konusup bir kac dukkan gezdikten sonra aradigimizi bulmustuk. Kambocya'nin bozuk yollarina uygun yuksek suspansiyonlu Honda XR 250 cc motorunu gunde 7 euroya kiraladik guvenilir bir dukkandan. Uc hafta icinde Kambocya'nin buyuk bir bolumunu gezebilmeyi planliyorduk. Motorumuzu ayarladiktan sonra baskent Phnom Penh'i kesfe ciktik.
Phnom Penh'de ilk gozumuze carpan Khmer mimarisiyle insa edilmis Budist tapinaklari, ve sokaktaki dilencilerin cokluguydu. Ulkenin fakirligi hemen goze carpiyordu. Son zamanlarda turizm artisiyla ulke biraz kalkinmis olsa da kizil khmer rejiminde yedigi yarayi iyilestirmekte hala zorlandigi belliydi. Kambocya hala gelismekte olan bir ulke ve kapitalist, basi bos bir yonetim fakiri daha da fakir zengini de daha da zengin yapmis. Burada ya Lexus ve Toyota cipleriyle dolasan zenginler ya da sokakta cop toplayarak yasamini surduren fakirler var. Orta direk halk yok denecek kadar az. Bu anlamda Vietnam'dan ilk intibada cok farkli. Vietnam orta diregin hakimiyetinde bir ulke. Kambocya'nin bu durumu hirsizlik ve guvenlik problemini beraberinde getiriyor. Gece karanlik sokaklarda dolasmak pek akil kari degil. Bunun yaninda Kambocyalilar cok guler yuzlu insanlar ve mizah anlayislari cok gelismis. Sanirim bu Pol Pot doneminin kanli rejimine karsi gelistirilmis bir silah.
Kizil Khmer donemindeki vahseti en iyi yansitan yerlerden biri Tuol Sleng toplama kampi. Fransiz doneminde bir lise olan binayi Kizil khmerler rejime karsi olanlari sorgulamak ve iskence etmek icin bir hapishaneye cevirmis. Sadece rejime karsi olanlar degil onlarin cocuklari,anneleri babalari ve yakin akrabalari da buraya hapsedilmis. Bu cilgin yonetimin amaci Kambocya'daki tum endustriyi yok ederek koylu bir halk yaratmakmis. Bu anlayisla tum doktorlari, ogretmenleri, dil bilen aydinlari katletmisler. Bunun sonucu olarak ulkenin tum beyinleri teker teker yok olmus ve tamiri cok zor bir darbe almis Kambocya. Bu yasananlarin 1975 gibi bir yakin tarihte ceyeran etmesi insanin tuylerini diken diken ediyor. Bu vahsete dunya sessiz kalirken Vietnam sonunda bir dur demis. Garip olan gercek suan yonetimdeki Kambocya Halk Partisinin basinda olanlarin zamanin Kizil Khmerini destekleyen insanlar olmasi. Belki de o yuzden 25 yil sonra bile hicbir Kizil Khmer yandasi daha hukum giymemis. Bunca katliyamin hesabi sorulmamis.

Kambocya sadece dünyaca bilinen muhtesem Angkor Wat`in ve el degmemis kumsallarin ülkesi degil ayni zamanda cocuk fuhusunun, yolsuzluklarin, açliktan ölen insanlarin ülkesi. Buna ragmen Kambocyalilar öyle güleryüzlü öyle neseliler ki insan şaşırıp kalıyor. İşte biz de Tomb Raider`da seğrettiğimiz Kamboçya`yı değil gerçek Kamboçya`yı görmek için çıktık yola.


Phnom Penh`den ayrilip Mekong nehrini takip ederek Kampong Cham sehrine oradan da Kampong Thom`a gittik. Honda XRımız Kamboçya`nın yolları için çok uygundu, özel firmaar son yıllarda sehirler arası yollar inşa etmeye başlamış olsa da çoğu yer kızıl toprak. Burada eski B 52 lerle Vietnam`daki Ho Chi Minh karayolunu bombalayacak uçakların kalktığı Amerikan üssünü gördük. Bu bölgede 30 sene önce kanlı savaşların yaşandığına inanmak zor. Kızıl Khemerlerin zulmünden nasibini almış ve bölgede birçok toplu mezarlık çıkartılmış.
Köylerde insanlar çok ilkel bir yaşam sürüyorlar. Bambu kulübelerin altında tavuklar, kağnı arabaları. Çocuklar pek bir güleç ve her köyde çok içten karşılıyorlar bizi. Biz de elimizden geldiğince mutlu etmeye çalışıyoruz yarıçıplak koşuşturan çocuklara balon, şeker, kalem, defter dağıtarak. Tapınakların, küçüklü büyüklü göllerin, palmiye muz ağaçlarının arasindan tozları yararak geçiyor, her beş dakikada bir duruyorduk insanlarla konuşmak için.

Mekong`daki bir çok ada verimli ve zengin toprakları sayesinde tarıma elverişli. Yağmurun az olduğu kış aylarında bu adalara 400 metre uzunluğa varan bambu köprülerle ulaşılıyor. Her muson döneminde bu köprüleri alıp götürüyor Mekong`un azgın suları ve adalara sadece kayıklarla ulaşılabiliyor. Her kış da ada halkı köprüyü tekrar kuruyor. Bu köprünün üstünden motorla geçmek çok farklı ve gercekten heyecan verici.

Kamboçya'nın en ulaşılmaz yollarından biri kayıp Angkor öncesi tapınaklarının bulunduğu motorsiklet dışında hiçbir araçla girilemeyen 500 kmlik antik yol 66'yı gecmeyi planlamistik bastan beri. Ne beklememiz gerektiğini bilmiyorduk ve yanımızda küçük bir pusuladan başka birsey yoktu yön bulmak için. Geceyi Rovieng adlı küçük bir köyde geçirip sabahin ilk ışıklarıyla yola çıkmamız gerekiyordu. Köyün tek misafirhanesi marangoz bir ailenin iki üç odadan ibaret ama sıcacık eviydi.



Uzun bir uğraştan sonra pazarın arkasındaki küçük lokantadan yemek ısmarlayıp kaldığımız evin varendasında gün batımını izleyerek yemek yedik. Rovieng tozlu yolları, ahşap binalarıyla
adeta filimlerde gördüğümüz Teksas gibiydi. Horozların sesiyle uyandık gun ağarırken. Pazar yerinde leziz bir Pho Bo içip yola koyulduk. Bizi zorlu bir gün bekliyordu. Yanımıza bol su ve gun boyu yetecek kadar yiyecek aldık. İlk 15 dakika toprak yolda ilerledik sonra yol patikaya dönüştü, yer yer yapraklarla kaplanmış yer yer yikilmis ağaç govdeleriyle kapanmıştı. Ormanın içinde ilerledikçe gördüğümüz DİKKAT MAYIN BÖLGESİ yazılı kırmızı levhalar bizi dehşete düşürdü. Rehber kitabımızda yazılıydı bu tür yerlerde yoldan ayrılmanın çok tehlikeli olduğu. O kadar riskli ki basılmamış yerlere basmak, tuvalete gitmek için bile adım atamazsınız patika dışına. Bir kaç kere kaybolup kumlu yollardan, kuru nehir yataklarından geçip tekrar yolumuzu bulup Preah Khan tapınağına ulaştık. Öyle bir duyguydu ki bu terk edilmiş ormanın ortasında birden bire çıkan taş tapınağı görmek. Buralardan ayda yılda bir kişi geçtiği için sanki ilk biz keşfetmişiz gibi yapayanlız, sessiz ve görkemliydi Preah Khan. Kamboçya 30 yıl önceye kadar bir çok badireler atlattığından tarihi eserleri korumak adına pek bir çalışma yapılmamış. Angkor devri kalıntılarını gören ve değerini anlayan bir çok kendini bilmez de bin yıllık heykelleri, oyma figürleri ve diğer paha biçilmez eserleri yağmalayıp, öküz arabalarıyla Avrupa'ya kaçırmışlar. Bu gizemli havayı kokladıktan sonra Siem Riep'e dogru yol almaya devam ettik.






Tam su stoğumuzun bittiği anda karşımıza küçük bir köy çıktı. Derme çatma kulübedeydi köyün tek bakkalı. Oradan su bulmaya çalışırken arka taraftaki yıkık dökük okuldan çıkan çocuklar sardı etrafımızı. Küçük olanları korkuyorlardı özellikle Tom'dan iri yarı olduğu için.





O kadar sevimli o kadar yoksullardı ki biz de bakkaldaki tüm kalem defterleri satın alıp dağıttık yüzlerindeki gülümseme ve şaşkınlığı görmek için. Burada da mayın gerçeği üzdü bizi. Dikkat mayın tabelalarının bulunduğu bölgelerde koşuşturup oynuyordu çocuklar. Nasıl anlatır durumu nasıl söz geçirebilir ki insan bu miniklere? Zamanında kızıl Khemer tarafından yerleştirilen bu mayınların tümünü temizlemek için gereken para toplanamadığı için tehlikede bu insanlar.

Hava kararmıştı Siem Riep'e vardığımızda ama otel bulmakta zorlanmadık. Kamboçya'nın en turist gören şehri diğer yerlerle tezat oluşturuyor gercekten. Angkor Wat sayesinde gelişen Siem Reap'de lüks oteller, mağazalar, düzenli parklar ve şık restoranlar günübirlik gelen turistlerle dolup taşıyor. Kamboçya'da herşey ucuz olmasına rağmen Angkor Wat kompleksine günlük giriş 30 dolar. Genelde tüm tapınakları görmek 3-4 gün veya bir hafta alabiliyor. Bu kişinin ilgisine ve gezme hızına bağlı olarak değişiyor. Biz bir günlük bilet aldık kendi taşıtımız olduğu için bu oldukça geniş alana yayılmış tapınaklar grubunu kolaylıkla gezebileceğimizi tahmin ettik. Biletlerimizi alırken bir polis bize yaklaşıp Angkor Wat içinde yabancıların kendi araçlarını kullanmalarının Kamboçya hükümeti tarafından yasaklandığını söyleyip bize bir tuk tuk kiralamamızı önerdi. Biz sebebini biliyorduk önceden konuştuğumuz insanlardan duyduğumuz kadarıyla. Tuk tuk mafyası bölgenin belediyesine rüşvet karşılığı bu yasağı çıkartmasını teklif etmiş ve nitekim de paranın gücü galip gelmiş. Mafya daha da ileri giderek yabancıların Siem Reap'de motorsiklet kiralamasını da men ettirmiş. Biz söylenenlere pek kulak asmayıp motorumuzla gezmeye kararlıydık nitekim de öyle yaptık. Bir kaç kez polis durdursa da bizi, kuralın saçmalığını kendileri de anlamış olacaklar ki yolumuza devam etmemize izin verdiler.

Angkor tapınağı dünyanın en büyük ibadet yeri. 12. yüzyılın başlarında Angkor krallığının başkenti olarak kurulan tapınak şehir bugünlere kadar bozulmadan gelmiş. Biz sabah 6'da başladık güne kalabalığın önüne geçebilmek, bu tarihi tapınaklardaki sessizliği ve havayı sindire sindire gezmek için. Favorilerimiz Angkor Thom, Ta Prom ve tabii ki Angkor Wat'dı. Ta Prom tropik ormanda dev ağaç köklerinin sardığı bir tapınak. Mabedin yapı taşlarını öyle bir sarmış ki kökler arkeologlar bu ağaçları orada bırakmak durumunda kalmışlar yapıya zarar vermemek için. Bu tablo sanki terkedilmiş ve yüzyıllardır girilmemiş bir yere ilk giren bizmişiz hissi veriyordu. Havayı iyice soluduk, Angkor tapınaklarını, kutsal yılan Nagan köprülerini, dört bir yana gülen Bayonları ( gülen yüz figürlü dev kayalar) ve tarantula yuvalarını gördük. Angkor tapınak şehrine hayran kalmamak mümkün değildi gerçekten.


Phnom Penh’e dönüş yolumuzda Tonle Sap gölünün kıyısında kurulmuş Battambang ve Kampong Chanang kasabalarinda kaldık. Kampong Chanang oldukça fakir bir kasaba. Her yıl muson yağmurlarıyla sular altında kalan mahallelerdeki evler kazık üstüne kurulmuş. Ortalıkta dolaşan sümüklü çıplak çocuklar insanın kalbini fethediyor anında.




Sahil kenti Kep'e giderken geçtiğimiz yollardaki manzaralar nefes kesiciydi. Bir yandan yemyeşil dağlar bir yandan akan nehir bir yandan pirinç tarlaları üstüne de buz gibi şeker kamışı suyu... Adeta çocuk bahçesine benzer budist ve hindu manastırları görülmeye değerdi. Duvarlar ve tavanlar buda'nın hayatını anlatan resimlerle, bahçe de hinduizmin maymun, fil (ganesh) ve şiva tanrılarının heykelleriyle süslenmişti.







Kep'e vardığımızda hayaletli bir şehre gelmiş gibi olduk. Kep, Fransızlar zamanında en gözde sahil kenti ve kumar cennetiymiş. Fransızlar Siyam denizine manzarası olan tepelere görkemli lüks malikhaneler kurmuşlar. Kızıl khemerler döneminde burası yakıp yıkılmış, mermer binalar yağmalanmış ve geri kalan da başıboş bırakılmış. Bu terkdilmiş villalarda çadır kurmuş aileler garip bir görüntü oluşturuyor.

Kep'in balıkçı köyleri, palmiyelerle bezenmiş kumsalı ve tuz tarlalarının yanı sıra lezzetli mi lezzetli biber soslu mavi yengeci, ızgara balığı buraya gelmek için başlı başına bir sebep.

Kamboçya'nın komşu Tayland gibi turistlere boğulmuş kumsalları, adaları yok. Daha yeni yeni keşfediliyor ve gözü açık yatırımcılar resort yapımlarına hızla girişiyorlar. Yani bu el değmemiş, balıkçıların turistlere merakla baktıkları kumsalları bu haliyle görebilmek için elinizi çabuk tutmanız gerekiyor. Her güzel yer gibi burası da turizmin ve turizmden para kazanmak isteyenlerin pençesinden kurtulamıyor.

Sihanoukville de başka bir sahil kasabası. Issız kayalık kumsalların yanısıra ardı ardına dizilmiş pansiyonların bulunduğu plajlar da var. En çok hoşumuza giden hava karardıktan sonraki balık mangal keyfi. Kumların üstüne atılmış hasır koltuklarda , mum ışığında, dalgaların sesi eşliğinde leziz ızgara çupra, kalamar,karides ve buz gibi fıçı bira yok pahasına...



Üç haftayı doldurmuştuk Kamboçya'da. Artık Vietnam'a dönüp Minskimizi satıp 11 martta Sidney'e doğru uçma vakti gelmişti. Ondan önce Vietnam'ın Phu Cuoc adasında birkaç gün geçirecek vaktimiz de vardı.

Phnom Penh'de kiraladığımız Honda'yi teslim edeceğimiz gün, şehir'de dolanırken ilerlediğimiz caddenin köşesinde köpekbalığı gibi bekleyen trafik polisleri durdurdu bizi. Biz daha önceden duymuştuk turistlerden para koparmak isteyen ve bu paralarla ev alan ,zengin olan polislerle ilgili hikayeleri. Durduk yanlarında boş bakışlarla. Polisler bizle ingilizce konuşmaya başladı biz de aptal aptal durup anlamamazlıktan geldik. Ben başladım son hız türkçe konuşmaya. Tom da bu arada bildiği tüm türkçe kelimeleri arka arkaya sıralıyorlardı. Polisler anlayamadılar hangi dilde konuştuğumuzu. Rus musunuz diye soruyorlar ben istifimi bozmadan türkçe konuşmaya devam ediyordum. Kağıda 50 dolar yazıp gösterdiler sözde tek yön olan bir yola tersten girdiğimiz için. Bu arada bizimle aynı yönde ilerleyen diğer araba ve motorlar gözardı ediliyordu. Ben sinirlenerek bagırmaya başladım tabi yine türkçe olarak. Bu şekilde 50dolar önce 20 dolar sonra 10 dolar oldu. Biz 1 dolar çıkartıp uzattık, gülmeye başladılar. 20 dakika sonunda 1 doları elimizden alıp gitmemiz için işaret ettiler. Başlarına bela olmuştuk açıkçası, bizi durdurduklarına pişman oldular. Umarız her turist aynı şekilde direnerek bu mafya mantıklı polislerin görevlerini kötüye kullanarak insanları aptal yerine koymasını engellerler. Vietnam'da bu tip olaylar yaşanmıyor. Vietnam hükümeti polislere yabancılarla konuşmalarını yasaklamış. Turistlerden para alan polisler görevlerinden men edilmekle kalmıyor ayrıca bu memurların çocukları da devlette çalışamıyorlar artık.

Vietnam'a dönüşümüz yine Mekong nehri üzerindendi. Üç hafta önce bıraktığımız Minskimizi hala sapasağlam görmek bizi çok mutlu etti. İki ay geçirmiş olmanın verdiği rahatlıklaVietnam'da kendimizi evde gibi hissediyorduk.

Yorgun olmamıza rağmen kamboçya Vietnam boyunca ilerleyen küçük patikayı takip ederek sahil kenti Ha tien'e ulaştık. Yol boyunca bir taraftan Kamboçya'nın tepelerini bir taraftan nehir üzerine kurulu gemi evleri bir yandan da yollarda pirinç kurutan işçileri izliyorduk.






Ha tien'den Phu Cuoc adasına kalkan küçük feribota bilet ayarladık. Turistlerin kullandığı sürat teknelerini kullanamazdık motorumuzu yanımızda götürmek istediğimiz için. İyi ki de bu küçük feribota binmişiz. Öyle güzel bir tecrübeydi ki tavuklarla, tıklımtıkış insanlarla, hamakta uzanarak, ada sakinlerinin ikram ettiği meyveleri yiyerek çocuklarla şakalaşarak seyahat etmek. Patates çuvalları ve lahanalar arasındaki 4 saatte hem bir yandan yüksek sesli vietnam dizilerini izledik hem de suda sıçrayan balıkları seyrettik. Arada azgın denizden etkilenerek güverteden midemi de denize boşalttım ama bu da oyunun bir parçası.


Phu cuoc adası aslında Kamboçya'ya daha yakın. Daha önce Khemerlere ait olan ada hala bir anlaşmazlık konusu. Phu cuoc koruma altına alındığı için hala yemyesil, palmiye agaçlarının süslediği sahiller turkuaz rengi. Tek sorun artan turizmle beraber artan kirlilik. Vietnamlılar da çöplerini uygun yerlere değil de denize atmayı tercih ettikleri için karpuz kabuklarıyla yüzmek zorunda kalabiliyor insan.


Adada 4-5 gün kalıp, tamarin soslu yengeci kilolarca doya doya yedikten sonra Saigon'a geri döndük. Sidney'e uçmaya 5 gün vardı ve bizim Minskimizi hemen elden çıkartmamız gerekiyordu. Yok pahasına da satmak istemiyorduk. Biz de Saigon'un en turistik caddesinde satış kampanyası başlattık. Pankartlar ve küçük broşürler dağıttık. 'Süper Minsk.. Gerçek Vietnam'ı keşfetmenin tek yolu' sloganımızdan etkilenen genç Alman gezgin Sebastien'le bir kaç deneme sürüşü ve pazarlıktan sonra 350 dolar karşılığı güle güle dedik motorumuza. Yani sadece 50 dolara tüm Vietnam'ı gezmiştik iki ay boyunca. Hem bizim için hem de Sebastien için oldukça karlı bir alışveriş olmuştu. Tabi duygulandık geniş bir gülümsemeyle alıp götürünce Sebastien bizim motoru. Ama zaman Sidney'e gitme yeni bir sayfa açma zamanıydı. Bizi neler bekliyordu Avustralya'da doğru bir karar mı vermiştik Asya'da kalmamakla. Bunu bir iki güne anlayacaktik...